En İyi Anne Mutlu Annedir

“ Çocuk da yaparım kariyer de ”
Mottosu çalışan annelere ne kadar mutluluk getirebildi ?

“Herkesin soluduğu hava, yaşamın bağlı olduğu sudan bile daha fazla, neye benzediği hakkında söz sahibi olduğu bir konu varsa o da anneliktir.” diyor dünyaca ünlü sosyal bilimci Adrienne Rich. “Herkesin iyi bir anne nasıl olur?” sorusuna verebileceği bir cevabı mutlaka vardır. Peki kadınlık deneyiminin oldukça önemli bir kısmını kapsayan “annelik deneyimi” bunu bizzat deneyimleyen annelerin kendi biricik hikayeleri içerisinde nasıl anlamlandırılıyor? Bu sorunun cevabı belki de hangi annelik? Kimin anneliği gibi soruları da akıllara düşürebilir. Bu yazının temeli  hem akademi içerisinde hem de popüler kültür içerisinde de çok da konuşulmayan bir annelik deneyimini kapsıyor. “Son derece eğitimli, çalıştığı yerlerde üst düzey konumda sorumluluklar alan ve genel olarak sosyal destek mekanizmalarına erişimi olan annelerin anneliklerinin peşine düşüyor. Ekonomik hiçbir zorluk yoksa, gereken tüm destek mekanizmaları sağlanıyorsa ve bir çocuğun annesi olmanın neler yaşatabileceği ile ilgili ön donanıma sahip olacak eğitim düzeyi varsa bir kadın için anneliğin zor olmasını gerektirebilecek hiçbir engel yokmuş gibi görünüyor. Peki durum gerçekten böyle mi? 9 aylık bir sürecin sonunda bir anda “buyurunuz yavrunuz, siz artık annesiniz!” denen kadınlar için ruhsal dünyalarında, eş ilişkilerinde, kısacası kendileriyle ve hayatla kurdukları bağlarda ne gibi farklılıklar oluyor?  Yapılan araştırmalar çalışan bir kadının özellikle ilk annelik deneyiminin ruh sağlığı üzerinde derin izler bıraktığını gösteriyor. Bu izler yaygın popüler söylemlerden birisi olan “annelik dünyanın en güzel duygusu” gibi her zaman olumlu duyguları kapsamıyor.  Annelik hamilelik süreci ile beraber kadınlarda göğüslerin büyümesi, git gide artan beden hacmi, hormon seviyelerinin değişimi ile cilt, omurga sistemindeki değişimleri beraberinde getiriyor. Bunlara “ben kimim? Anne olmak ne demek? Gerçekten bir çocuğun bakımını üstlenmek istiyor muyum?” gibi içsel sorgulamalar da ekleniyor. Anne olmaya karşı olumsuz duygular da hisseden kadınlar, özellikle eş, aile ve toplum nezdinde kabul görmeyeceği ya da yargılanacağı endişesiyle duygularını açıkça ifade etmekte zorlanıyorlar. Peki, önemli pozisyonlara gelmiş, kariyer sahibi çalışan bir anneyseniz tüm bu ifade bulamayan duygular nasıl sancısız ve kaygısız yaşanacak? Çalışan annelerle yapılan birçok araştırma gösteriyor ki anne olmanın hissettirdiği “kadın olduğun için doğal olarak hormonların da etkisiyle bir anda oluveren” gibi kadın doğasına, içgüdülere atıfta bulunarak yapılan açıklamaların çok ötesinde olabiliyor. Kadınlar anne olmalarıyla beraber “sahip olduğu kariyeri kaybetme korkusu” “çaresiz hissetme”, “hayal kırıklığı yaşama” “hazır olmama” gibi olumsuz deneyim ve duygulanımları da yaşıyorlar. Bunun dışında yasal sürenin sonunda işlerine dönen birçok anne “anneliğe özgü suçluluk” hissediyorlar. Bir yandan kariyerlerine ara vermek istemezken bir yandan da çocuklarının bakımının en iyi şekilde kendileri tarafından yapılabileceği inancı, süt izni olmasına rağmen metropol koşullarında çocuklarını düzenli emzirememe durumu hissedilen suçluluk ve yetersizliği arttırıyor. Çocuğuna karşı suçlu ve yetersiz bir anne gibi hissetme halleri, sadece kendi kendilerine uyguladıkları bir baskının değil içlerinde bulundukları sosyal çevrenin de etkisiyle güçleniyor. Yaşamları boyunca başarılı eğitim hayatları, iyi bir evlat olma halleri, evliliklerinde tüm evin ve eşin sorumluluklarını almanın ardından epeyce iyi denebilecek kariyerleri olan kadınlar “bir çocuğu mu idare edemeyeceksin/edemeyeceğim” baskısının altından kalkamayabiliyorlar. Suçluluk duygusu çocukların evde bakıcıları hatta o bakıcılara eşlik eden bir büyükanne olması durumunda dahi hafiflemiyor. Peki bu suçluluk duygusu nerelerden besleniyor?

Sharon Hays son dönemin en popüler annelik akımlarından olan “yoğunlaştırılmış annelik (intensive mothering)” kavramının kadınlara “çocuk da yaparım kariyer de” mottosunu sunarak çalışan annelerin gücüne vurgu yapar gibi görünüp yaşamlarını daha da zorlaştırabildiğine ve bunun ruh sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerine dikkat çekiyor. Bu annelik akımına göre kariyer sahibi kadınlardan “çocuk merkezli uzmanlardan görüş alarak bilimsel verilerle çocuk yetiştiren”, “duygusal olarak çocuklarının tüm ihtiyaçlarını karşılayan”, “sağlıklı bir çocuğun ancak kaliteli zaman geçirerek olabileceği” “iş yükü yoğun” ve “finansal olarak tüm bunları karşılayabilen” anneler olmaları bekleniyor. Bunun yanı sıra işindeki pozisyonu hakkıyla yerine getirmeye tabiki de devam etmek durumunda oluyor. İnsan gücünün sınırlılığına değil sınırsızlığına vurgu yapan ve mükemmeliyetçiliği yücelten bu annelik akımı bir süre sonra tükenmişlik sendromu, hayattan keyif almama, çift ilişkisinde sorunlar hatta çoğu zaman depresyona neden oluyor. Tüm bu sıkışmışlığa bir taraftan da “çocuğumu istemiyor muyum? “bu hissettiklerim onun gelişimini nasıl etkileyecek?” endişeleri ekleniyor.

İşte mükemmel yönetici, evde mükemmel anne, ilişkide mükemmel eş üçgeninin en ağır faturası anne olduktan sonra kadınların iyi hissetme hallerindeki düşüşle ödeniyor. Birçok çalışan kadın bunu farklı kelime ve deneyim biçimleri ile açıklasa da anne olduktan sonra ortak buluştukları bir nokta oluyor. “Artık çok yorgunum!” Peki işler bu noktaya gelmişse bundan sonra nasıl bir patika olacak ki yürünen yoldan hem sapmak göze alınacak hem de bu patikanın bir vaha etkisi yaparak iyilik haline olumlu katkısı bulunacak? Öncelikle yaşanan zorlukların bazen komplike hale gelmesi kadınların anne olmalarıyla beraber kendi çocukluk hikayelerinin de saklandıkları yerlerden çıkmaları ile ilgili olabiliyor. Durum buysa ve çocukluk deneyimlerini hatırlamak ve tek başına bakmak zorsa, bu bağlara dair farkındalık geliştirmenin en etkin yolu bireysel olarak psikoterapi desteği almak olabiliyor. Psikoterapi dışındaki en önemli değişim “mükemmel annelik” olamayacağına “yeterince iyi annelik” yapmanın yeterli olduğuna ikna olmaktan geçiyor. “Yeterince iyi annelik” her bir anne-çocuk ilişkisinin kendine has biricik doğasını kabul etmeyi gerektiriyor. Yani sağlıklı çocuk gelişimi için her bir çocuğa uygulanacak tek bir evrensel reçete yok. Aynı zamanda kadınların sadece anneliğin gereklilikleriyle meşgul olduğu bir anne-çocuk ilişkisi de önermiyor. Sadece bir insan olarak sosyalleşmek, ilişki kurmak, çocuk sahibi olmadan önce keyif alınan aktiviteleri yapmaya vakit ayırmakta oldukça önemli görünüyor.  “İşten arta kalan zamanın tamamını çocuğunla geçiren bir anneyseniz ve tükenmenin eşiğindeyseniz hem siz hem çocuğunuz nasıl mutlu olabilir ki? sorusu oldukça merkezi bir yerde duruyor.  Yeterince iyi annelik kavramı çocukların sağlıklı bir gelişim gösterebilmeleri için tüm temel ihtiyaçlarının karşılanmasını içeriyor. Bununla beraber çocuğun gelişimine katkı sunan tüm diğer faaliyetlerin ancak annenin kendisini iyi hissederek yapabildiği ölçüde yapılmasının yeterli olduğunu öne sürüyor. Belki de modern annelik akımlarının en büyük handikabı, hem gelişimsel hem de ruhsal olarak sağlıklı bir çocuk yetiştirmenin tek yolunun tüm zamanın çocuğa vakfedildiği, kaliteli zaman geçirmenin her an her yerde  olmazsa olmaz olduğu savunuculuğunu yaparak annelerin ruh sağlığını göz ardı etmesi… Görünen o ki, gelişimsel ve ruhsal olarak sağlıklı bir çocuk yetiştirmenin yanı sıra doyum alınan bir annelik deneyimin mümkün olması “en iyi anne mutlu annedir” mottosunu anne olmanın merkezine koymaktan geçiyor.