Çocuk Merkezli Varoluşçu Oyun Terapisi Mümkün mü?
Büyümek sert, soğuk esen bir rüzgâr gibi.
Yaşamın her evresinde kendini hissettiriyor.
Değişim, rüzgarın ısısında değil artık ona alışan vücut sıcaklığında oluyor.
Çocuklar için büyümek oldukça maceralı bir yolculuktur. Bu macera, bazen pamuk şekeri yemek gibi yumuşak ve neşeli bazense rollercoaster’e binmek gibi heyecanlı ve korkutucu olabilir. Çocukların her iki durumu da deneyimlemeye ihtiyacı vardır. Ancak, çocuklar için dış gerçekliğin zorlayıcı durumlarıyla baş etmek çoğu zaman kolay olmaz ve kaygı vericidir. Sorumluluklar ile isteklerin çatışması; kimi zaman işe gitmek durumunda olduğu annesinden ayrılırken, bazen tek başına kendi odasında uyumaya başlarken, ya da tuvalete kaka yapma zamanı geldiğinde bazen ise okula başlayıp bir seri yükümlülüğü yerine getirmesi beklenirken baş gösterebilir. Bu durumlar kimi çocuk için zorlayıcı olabilirken kimisi içinse son derece rahat yaşanabilir. Yani her bir deneyim çocuğun kendi bireyselliğine göre farklı etkiler bırakır ve nedenleri farklılaşır. Bu bağlamda, “kabızlık problemi olan” çocukların kabız olmasının birçok biricik nedeni vardır. Dolayısıyla her bir çocuğa uygulanacak tek bir psikoterapi yol haritası olduğunu iddia etmek gerçekçi olmaz. Tek bir psikoterapi yol haritası olmamakla birlikte evrensel olan, oyunun çocuğun yaşadığı yaşam deneyimlerini özgürce yansıtabildiği en güçlü ifade biçimlerinden birisi olmasıdır. Bu sebeple çocuk psikoterapisinde yaygın olarak “oyun terapi” modelleri kullanılır. Oyun terapisinde oynanan oyun “özel bir oyun”dur. Çocuğun kendini ifade edebildiği her bir anın anlamının olduğu, terapistin çocuğun varoluşunu yargılamadan olduğu gibi kabul ettiği, çocuğun yaşadığı problemleri, duygularını kurulan terapi ilişkisine duyduğu güvenle yansıtabildiği özel bir alan yapılandırılır. Terapistin çocukla ilk kez buluşmasından itibaren aralarında her bir tarafın da kendi getirdiği özelliklerle belirlenen bir “diyalog” başlar. Diyalogdan kasıt “Çocuğun Dünya ile kurduğu ilişki kanallarının” keşfidir. Çocuk gündelik hayatında hangi deneyimleri yaşar? Farkındalıkları nelerdir? Seçimler ve sorumluluklar karşısında nasıl tavırlar geliştirmektedir? Oyun üzerinden kurulan bu özel bağ çocuğun hayatındaki diğer tüm önemli ötekilerle kurulamaz. “Önemli ötekiler” içinde anne, baba, çocuğa bakımveren diğerleri, kardeşler, öğretmenler vb. sayılabilir. Zira tüm önemli ötekilerin doğal olarak çocuktan birtakım beklentileri olur. Örneğin anne, babasının ondan gerçekleştirmesini beklediği birtakım sorumluluklar vardır. Okulda öğretmeni çok sevgi dolu bile olsa istediği her an sınıftan çıkamayacağı gibi net kurallar koyan bir otoritedir. Terapist ise çocuğun hayatında “anonim” bir kişidir. Çocuk kendisinden hiçbir beklenti olmayan bu ilişki içinde ağır yüklerini sırtından indirme ya da onları fark edebilme cesareti bulur. Burada terapist çocuğun kendi potansiyeliyle yaşadığı sorunları çözebilme kapasitesine mutlak bir inanç ile adanmıştır. “Büyüme rüzgarının sert estiği” anlarda çocukların devam edebilmek için yolunu aydınlatan mumlardan bazıları sönebilir. Terapist sebatla bu mumları yeniden yakarak çocuğun büyüyebilme cesaretine inanır. Çocuklarla varoluşçu bir terapi yürütmek öncelikle çocukların içlerinde bulundukları çevreye dair farkındalık, bunun ifadesi için onları cesaretlendirmek demektir. Böylece çocuklar içlerinde bulundukları çevre ile beraber bazı seçimleri yapmak durumunda oldukları ve bunların sonuçları ile hissettikleri arasındaki bağlantıları kurabileceklerdir. Bu aynı zamanda onlara farkında olmadıkları başka seçimleri de yapabileceklerini işaret eder dolayısıyla farklı ve istediği gibi bir “insan” olabilmeyi seçebileceklerine dair cesaret vermeyi de içerir.
Bu mutlak inanç ve kabul çocuğun terapide her şeyi özgürce yapabileceği anlamına gelmez. Gündelik hayatın içinde olduğu gibi sınırlar vardır. Terapist oyun içinde çocuk sınırları aştığı her anda bunu sadece hatırlatan değil sınırlara dayanmanın, alışmanın çok da kolay olmadığını da kabul eden bir yerde konumlanır. Yukarıda bahsedilen çocuk merkezli ve aynı zamanda fenomenolojik bir oyun terapisi modelinin ilkeleridir. Çocuklarla fenomenolojik çalışmak, onları yaş özelliklerine göre birtakım gelişimler gösteren bir nesne olmaktan çıkarıp öznel bir varlık olarak kabul etmek anlamına gelmektedir. Bu bağlamda terapist her bir an çocuğun öznel deneyimine odaklanır. Fenomenolojik bir araştırmayı temel alan töropatik ilişkinin inşasında çocuklar özellikle baş etmekte zorlandıkları yaşam olaylarına karşı yeni bir farkındalık kazanma imkânı bulurlar. Fenomenolojik bir araştırma ile kendine bakmaya başlayan çocuklar, çok erken yaşlarda hayatın duygusal yüklerinin üstesinden gelmek ve onlarla mücadele etmek için rengarenk, yepyeni patikalar ve seçimlerin varlığının gücünü hissetme imkânı bulabilirler.
Çocuk merkezli, fenomenolojik oyun terapi sürecinde çocuğun ailesi merkezi bir yerdedir. Çocuk, hayatta özgürce kendi yolunu inşa ederken; anne, baba ve diğerlerinin onun cesaretine cesaret katabilmesi, zorlandığı her anda “orada” olmaları oldukça önemlidir. Çocuk psikoterapisi, çocuğun bakımverenlerinin çocuklarıyla kurdukları ilişki biçimini ihtiyaçlar doğrultusunda dönüştürmeyi ve değiştirmeyi beraberinde getirir. Çocuklar, ailelerinin diğer tüm üyeleriyle birlikte bir “yuva”da yaşarlar. Psikoterapi, bu yuvaya uygun çatıyı bulmayı tartışmaya açma sürecidir. Çatı sağlam olduğunda çocuklar kendini güvende hissedecekleri yaşadığı duygusal zorluklarla baş edebilecek güce erişirler. Bu bağlamda, çocukların kendi güçleri ve cesaretleriyle var olabileceğine, önüne çıkan engellerde yaşadıkları kaygıyla gerektiğinde yardım istemeyi de öğrenerek devam edebileceğine inanan herkes için çocuk merkezli fenomenolojik oyun terapisi mümkündür.